handan
halide edip’in handan’ı beni hem düşündürdü hem de duygulandırdı. kitap mektup tarzında yazıldığı için çok içten geliyor, sanki handan’la gerçekten tanışmışım gibi. onun duygularını, hayal kırıklıklarını, iç çatışmalarını okudukça kendime benzettim bazı yerlerde. çok güçlü bir kadın ama bir o kadar da yalnız ve kırgın. hayatındaki insanlar, yaşadığı ilişkiler, hayal ettiği ama ulaşamadığı şeyler beni çok etkiledi.
en çok da aşk ve evlilik konusundaki sorgulamaları dikkatimi çekti. o dönemde bir kadının bu kadar cesur düşünceler yazması gerçekten çok değerli. handan, ne tam doğruyu yapıyor ne de tamamen hatalı biri. bu da onu gerçek bir karakter yapıyor zaten. bazen kızıyorsun ona, bazen üzülüyorsun ama hep bir şekilde yanında oluyorsun.
dili yer yer ağır gelse de duygu o kadar net geçiyor ki, okumaya devam etmek istiyorsun. kitap bittikten sonra bir süre düşüncelere daldım. kadın olmak, sevmek, sevilmek, özgürlük… hepsiyle ilgili kafamda yeni sorular oluştu. kısacası handan sadece bir roman değil, bir kadının iç yolculuğu gibi. bana çok şey kattı, iyi ki okumuşum dedirten kitaplardan biri oldu.
yaprak dökümü
reşat nuri’nin yaprak dökümü’nü okurken hem üzülüyorsun hem de sinirleniyorsun. özellikle ali rıza bey karakteri çok dikkat çekici. iyi niyetli ama biraz fazla idealist biri. ailesi için her şeyi yapıyor ama zamanla her şey elinden kayıp gidiyor. çocuklarını korumaya çalışıyor ama bir noktadan sonra onların kendi yollarını seçmesine engel olamıyor.
kitabı okurken bazı yerlerde içim daraldı çünkü gerçekten çok gerçekçi. sanki bir roman değil de, bir aile dramını uzaktan izliyormuşsun gibi. her karakterin ayrı bir hikayesi var, ama hepsi bir şekilde birbirine bağlı. özellikle ferhunde karakteri o kadar baskın ki, ailenin dağılmasında büyük etkisi var. ama yine de tek suç onda değil, herkesin bir payı var bu çöküşte.
kitabı bitirdiğimde biraz hüzün, biraz öfke, biraz da kabulleniş kaldı içimde. insanın en sevdiklerinden bile nasıl uzaklaşabildiğini görmek can acıtıyor. yaprak dökümü, insanı içine çeken, düşündüren, yer yer boğan ama mutlaka iz bırakan bir kitap. bence herkesin bir noktada okuması gereken, özellikle de aile üzerine düşünmek isteyenler için çok kıymetli.
uğultulu tepeler
bu kitap beni hem büyüledi hem de biraz yordu diyebilirim. uğultulu tepeler tam anlamıyla tutkunun, intikamın ve takıntının romanı. karakterler o kadar yoğun duygular yaşıyor ki, bazen onların yerinde olmayı isteyip bazen de “bu kadar da olmaz” diyorsun. özellikle heathcliff karakteri… hem acıyorsun hem de kızıyorsun. sevdiği kadına olan aşkı çok derin ama aynı zamanda çok yıkıcı.
catherine de bir o kadar karmaşık. bazen kendini arada kalmış hissediyor ama yine de verdiği kararlar çok ağır sonuçlar doğuruyor. bu ikisinin aşkı, bildiğimiz romantik aşklardan değil; daha çok tutkulu, gururlu, acı veren bir bağ.
dil olarak yer yer ağır ama atmosfer o kadar güzel kurulmuş ki, uğultulu tepeler’in o kasvetli havasını hissediyorsun resmen. rüzgârı, soğuğu, yalnızlığı hep içine işliyor.
bu kitap aşk romanı gibi görünse de bence insan ruhunun karanlık yanlarını çok iyi anlatıyor. kolay okunacak bir roman değil ama bitirdiğinde etkisi uzun süre kalıyor. uğultulu tepeler, klasik ama sıradan olmayan bir hikâye okumak isteyenler için kesinlikle tavsiye edilir.