me before you
me before you bence duygusal olarak güçlü ve düşündürücü bir film. hikaye, hayat dolu, renkli ve biraz da sakar olan louisa’nın, geçirdiği kaza sonucu tekerlekli sandalyeye mahkum olan will’in bakıcısı olarak işe başlamasıyla başlıyor. ikisinin de dünyaları tamamen farklı ama zamanla aralarında samimi ve derin bir bağ oluşuyor.
louisa’nın enerjisi ve iyimserliği, will’in karamsar ve küskün halini yavaş yavaş kırıyor. özellikle onun hayata yeniden tutunmasını sağlamak için gösterdiği çaba gerçekten etkileyici. ama filmin asıl güçlü yanı, zor bir konuyu -ötenazi ve yaşam hakkı- hassas bir şekilde ele alması.
final sahnesi tam anlamıyla kalp kırıcıydı. herkesin aynı fikirde olmayacağı bir karar alıyor will, ama bu onun hikayesi ve hayatı. louisa’nın ise bu süreçten büyüyerek ve değişerek çıkması, onun karakter gelişimi açısından çok anlamlıydı.
aşk hikayesi gibi görünse de aslında daha çok kendini bulmak, seçimler yapmak ve hayatı dolu dolu yaşamak üzerine bir film. bazı sahneler klişe olsa da, duygusal yönü kesinlikle güçlüydü.
yüzüklerin efendisi serisi
gerçekten çok özel bir seri. her izlediğimde farklı bir şeyler fark ediyorum. o kadar derin bir dünya kurmuşlar ki, sadece fantastik bir hikaye değil, arkadaşlık, fedakarlık ve içsel mücadeleler üzerine çok şey anlatıyor. frodo’nun yolculuğu, sam’in sadakati, ring’in gücüyle mücadele etmeleri… hepsi beni çok etkiliyor.
sam bence bu serinin kahramanı. başlangıçta sadece frodo’nun yanında olan sadık bir arkadaş gibi gözükse de, aslında o kadar güçlü ve cesur bir karakter ki, o olmasa yolculuk bu kadar başarılı olamazdı.
ve o savaş sahneleri, görsellik ve müzikler… mükemmeldi! ama en çok, her karakterin içindeki karanlıkla nasıl başa çıkmaya çalıştığını görmek ilginçti. bir yanda ring’in cazibesi, diğer yanda dostluk ve fedakarlık.
bence Yüzüklerin Efendisi sadece bir fantastik hikaye değil, gerçekten hayatta karşılaştığımız zorlukları, arkadaşlıkları ve seçimleri anlatıyor. o küçük hobbitlerin dünyayı kurtarma mücadelesi bana hep şunu hatırlatıyor: bazen büyük işler, en küçük adımlarla başlar.
breaking bad
breaking bad bence müthiş bir karakter dönüşüm hikayesi. sıradan, hatta biraz ezik diyebileceğimiz bir kimya öğretmeni olan walter white’ın, kanser teşhisi aldıktan sonra ailesini maddi olarak güvenceye almak için uyuşturucu işine girmesiyle başlıyor her şey. ama asıl ilginç olan, bu sürecin onu tamamen farklı bir insana dönüştürmesi.
başta her şey mantıklı gibi geliyor; ailesi için bir şeyler yapmak istiyor. ama zamanla güç ve kontrol arzusu onu ele geçirmeye başlıyor. “mr. chips’ten scarface’e dönüşüm” deniyor ya, tam olarak onu izliyoruz. ve bu değişimin yavaş yavaş, mantıklı adımlarla gerçekleşmesi diziyi bu kadar iyi yapan şey bence.
jesse pinkman’la olan ilişkisi de inanılmaz karmaşık. bir yandan baba-oğul gibi, diğer yandan birbirlerini kullanıyorlar. dizinin görselliği, sembolleri ve ince detayları da ayrı bir seviyede. her bölümde bir şeyler keşfetmek mümkün.
breaking bad sadece suç dünyasını anlatan bir dizi değil. ahlak, güç, hırs, aile gibi konuları derinlemesine işliyor. walter white’ın her adımda daha da karanlığa saplanmasını izlemek hem rahatsız edici hem de inanılmaz derecede sürükleyici.